Çocuklar bir mucizedir. Her biri kendi başına bir dünyadır.
Tek tek ele alınması ve bir maden gibi işlenmesi gerekir. Yalnızca seven insanlar öğretebilir. Gerçek öğreticiler işlerinden belli olur. Sevgiyle cehennem çukurları gibi görünen uçurumları bile iyi bir öğretmen, gül bahçelerine dönüştürebilir. Öğrencilerinin insanlığa özgü ahlaki ve manevi değerlere katılmasını sağlayabi-lir. Onlara iyilik, karşılıklı anlayış, açık fikirlilik ve birlikte yaşama bilincini kazandırır. Tolstoy’un dediği gibi “İnsan ne ile yaşar” sorusuna öğrenciler ile birlikte cevap arar. Gayesiz hayatın acınacak bir durum oldu-ğunu bilir. Öğretmen her zaman kendini öğrencisinin yerine koymasını bilir ve onun davranışlarını anlamaya çalışır. Onu aşağılamaz, Gerçek öğretmen, öğrencilerine her daim yüksekleri, daha yüksekleri işaret eder “hiçbir zaman bulunduğunuz yerde durmayın.” Diyerek azimlerini kamçılar. Çağımızda başarı hissi ego üzerinden kodlansa da hakikatte başarının, azmin insanların ruhsal gelişmesi yolunda vazgeçilmez bir değeri vardır. Çıkılan yolda karşılaşılan sıkıntı, zorluk ve engellere rağmen vazgeçmemek bu yolculuğun en önemli basamağıdır.
Kanuni sultan Süleyman, adını taşıyacak Süleymaniye Camii’nin yapılacağı yeri seçer. Mimar Sinan’ı çağırtır ve birlikte arazinin uygun olup olmadığını incelemeye giderler.
Padişah sorar:
-Nasıl buldun Sinan, sence uygun mudur?
Mimar Sinan cevap vermez. Gözlerini araziye dikmiş bakmaktadır.
Herkes suspus olmuş, gergin bir şekilde Sinan’ın cevap vermesini beklemektedir. Sinirlenen padişah tekrar sorar:
-Ne düşünürsün Sinan?
Mimar Sinan gözleri hâlâ arazide, yine cevapsız bırakır padişahı. Herkes korkmuştur. Padişah sessizce bekler. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra; Mimar Sinan başını eğerek arazinin içine girer.
O anda herkes, Sinan’ın aslında padişahı duymadığını, o süre içinde zihnine tasarımını yaptığı Camii’nin hayalinde oluşturduğu kemerlerden birine çarpmamak için eğilerek boş araziye girdiğini anlar.